14 Temmuz 2020 Salı

ÖLÜM ÜZERİNE

Selam dostum. Ölümden konuşmak genelde can sıkıcıdır. Bunda haklılık payı yok değil gerçekten. Bununla beraber ölüm bir şeyleri idrak etmek için en iyi yol bence. 
  
Hayattaki en gerçek ve bizi belki de en çok ilgilendiren konu. Burada seninle paylaşacağım yazıyı aslında yaklaşık bir sene önce dedemin ölümü üstüne yazmıştım. Dile kolay bir sene geçmiş üzerinden. 

Zaman bazen geçmek bilmezken çoğunlukla nasıl geçtiğini anlamayız bile. Lafı fazla uzatmadan yazıyı seninle paylaşıyorum.
    
Dedem için;
Ölüm... Ölmek...Bir daha gelmemek üzere gitmek...Gitmek ardında bırakıp sevdiklerini...Onlar gözyaşları içinde boğulurken "ağlamayın, üzmeyin kendinizi" bile diyememek. "Hakkımızı helal ediyoruz" sesleri içinde taşınmak omuzlarda ve gömülmek yüreklere...Girmek yüreklere, toprağın soğuk ve karanlık kucağında bulmak kendini. Artık sonsuza dek yalnız ve ıssız kalmak. Taşınmak ve hareket etmek omuzlar üstünde ama bir parmağını bile kıpırdatamak...

Bütün soğukluğuyla gelir ölüm. Ve ölmek bitmesi her şeyin. Seni hatırlayan son kişi de öldüğü zaman hiç yaşamamış gibi olmak. Yılları bırakıp ardında beyazlar içinde sonsuz bir uykuya dalmak. İlyas ya da dillerinde insanların "Ellez" diye yuvalanmış ismi dedemin. Hayatımda ilk defa bana bu kadar yakın olan birini kaybettik bu günün gecesinde. Saat 2-3 civarı hiç gelmemek üzere ayrıldı dedem aramızdan... Nasıl biriydi bu adam, nasıl yaşadı dedem? Ömrünün çoğu yokluk ve sefalet içinde geçti. Karısını döverdi hep. Hep kaybederdi nesi var nesi yok. Ömrünün son yıllarında farklı biri oldu. Sigarayı bıraktı. Namaza başladı ve dine yöneldi. Onu yaptı, bunu yaptı. Ama sonunda çoğu insana göre iyi biri olarak ayrıldı aramızdan. 

Ah dedem ah...Daha düne kadar aramızdaydın. Kanlıydın, canlıydın.Ama ölüm bu. Kimleri almadı ki, kimleri ayırmadı ki bizi ayırmasın senden. Girdiği mekana neşe katan, elinde ne varsa asla saklamayan biriydi. Hep gülerdi. Hep güldürürdü. Neşesini de alıp gitti, neşemizi de. 

Camiye götürdük dedemi cenaze namazı için. Herkes öğle namazına gitti. Dayım tabutun yanında durmamı istedi. Ve uzun bir süre yalnız kaldık dedemle. İşte oradaydı. 20 cm ötemde, musalla taşının üstünde tüm soğukluğuyla yatıyordu. 

O mu vardı gerçekten o tahta küçük evin içinde? Nasıl olur? Ama olmuştu. Dedem önümde tüm sessizliği ve yalnızlığıyla uzanıyordu. Evet bu olacaktı. Dedeler torunlarından önce ölür normal şartlarda. Bunu biliyorduk. Bunu en baştan beri biliyorduk. Peki nedir bu hüzün, nedir bu keder? Bizi üzen gitmen mi yoksa bir daha gelmeyecek olman mı? Yalnız kaldık seninle. Ve her şey o kadar içi boş geldi ki gözüme. Hiç bir şey uğrunda çabalamaya değmezmiş gibi geldi dedem. 

Hayat alırken sevdiklerimizi tek tek, yaşamaktır zor olan, ölmek değil. Ve giden bir kere ölür ama kalanlar günde kaç defa? Para, mevki, güç içi boş ve kendileri de bir o kadar değersiz kelimeler. Ölüm, ölümdür sadece. Ona biz yükleriz anlamları ya da hüzüleri. Başkaları için "biri" ölmüştür sadece. Bizim içinse bir çok şey. Ölmek zordur elbette. Ama doğru, dürüst bir hayat yaşamak daha zordur. Ve taşınırken omuzlarda herkesin içinden gelerek "hakkımız helal olsun" demesini sağlamaktır kolay olmayan... Baş başa kaldık dedemle. Ve son görüşümdü onu. İnanabiliyor musun son görüşümdü? "Dede bir daha görüşemeyiz, ver elini öpeyim" diyemedim. Ve düşündüm ölümü, ölmeyi. 

Ölmeden önce ölmeyi becerebilmeli insan. Oturmalı kendisinin  karşısına ve anlat bakalım diyip sorguya çekmeli kendini. 

Nereye bu gidiş, kimsin sen, kim olmak istiyorsun, uğrunda çabaladığın şeyler gerçekten de uğraşılası mı uğrunda? Hesap vermeli kendine ve hesap sormalı kendine. Taşınmadan omuzlar üstünde idrak etmeli bir şeyleri. Ve sevdıkleri göz yaşları içinde nefes almaya çalışırken değil, önceden taşınmalı omuzlarda. Sormalı kendine: "Omuzlar üstündeyken nasıl bir hayat bırakmış olmak isterdin?" diye. Ve aramalı bu sorunun cevabını omuzların üstüne çıkana kadar. Sevdiklerinin gözlerinden yıldızlar düşerken yeryüzüne bir "hoşçakalın" diyememeyi hatırlamalı. Toprağın üstü olduğu gibi altı da var diyebilmeli. Yaşamalı insanca. Yaşamalı doğruca, yaşamayı bilmeli dürüstçe. 

Kısacası ölmeli insan, ölmeden. ÖLMEYİ BİLMELİ İNSAN ÖLMEDEN.

12 Temmuz 2020 Pazar

SON SİGARA

Neredeyse 1 saattir nereye gittiğini hatta ne yaptığını bilmeksizin yürüyordu. Gökyüzü adeta nefretini kusarcasına bırakıyordu yağmuru yeryüzüne. Ne ıslandığının farkındaydı ne de ayaklarının yürümekten uyuştuğunun. İnsanın o sürekli düşüp kendini bir türlü kurtaramadığı boşlukta cebelleşiyordu yine. 

İnsanlar sağa sola kaçışıyor, şemsiyesi olanlarsa kendilerinden emin evlerinin yolunu tutmuşlardı. Yanından geçen birisi birden çarptı ona. Adam özür dilemek için arkasını dönse de o ne kulak verdi ne de umursadı onu. Sadece yürüyordu. Duyduğu tek ses yağmurun kaldırımları acımasızca dövmesinin uğultusuydu.

Kaldırımlar inliyordu sanki. Üstü başı sırılsıklam olmuşken bir ağacın altındaki bank gözüne takıldı. O an farketti sırılsıklam olduğunu ve adımlarını hızlandırıp banka doğru yöneldi. Cebini yokladı ve paketinde bir tane sigarası kaldığını farketti. 
Sigarasının kalmadığını sandığı için keyfi yerine geldi bir anlığına.

Etrafta kimse kalmamış herkes çoktan evine kapanmıştı. Gökyüzü, dünyanın bu pisliğinden şikayetçiymişçesine yağmurunu hızlandırdıkça hızlandırıyordu.
Banka oturdu, son sigarasını çıkarıp yakacaktı ki çakmağını düşürdüğünü anladı. Bütün mutluluğu kaybolmuş, hevesi kursağında kalmıştı. 

Her gün her birimizin başına büyük ya da küçük ölçekte gelen bu hevesin kursakta kalması şimdi de onun kapısını çaldı. Kafasını kaldırıp denize doğru baktı ve dünyanın sonunun geldiğine hükmetti. Bir başkası ise boğaz manzaralı yalısında kahvesini almış yağmurun tadını çıkarıyordu. Kimisi ise sevgilisini yanına almış, yağmuru izlerken romantizm peşindeydi. Alt tarafı yağmur yağıyor ama herkes kendi penceresinden bambaşka görüyordu dünyayı. 

Kahramanımızsa sigarasının son sigarası olduğundan emin gibiydi. Az sonra kıyametin kopacağına inanmış, ölmeden bir sigara daha içmenin peşindeydi. Nereden bulacaktı şimdi çakmağı? Morali iyice bozulmuşken bir ses duydu. Kızın biri sırılsıklam olmuş, yağmurdan kaçmak için bir yer arıyordu. 

Kız aceleci bir tavırla "Oturabilir miyim?" dedi. Kahramanımız bu ani seslenişten ürkmüş, konuşmayı unutmuş gibi başıyla "tabi ki" dercesine bir işaret yaptı. Kız hemen oturdu yanına ve cebinden aynasını çıkarıp makyajının akıp akmadığını kontrol etti. Herkes gibi onun da derdi bambaşka idi. Çocuk çakmak için umut doğduğunu düşündü ve içinde küçük bir sevinç uyandı. Onun da hesabı bambaşka idi. Kıza çakmağı için sorarken küçük bir çocuk kadar heyecanlandı. Kız çantasına elini daldırıp ararken bir yandan da "buralarda bir yerdedir" dedi. Kız bulamadıkça çocuk heyecanlanıyor çocuk bekledikçe kız mahçup oluyordu. Sonunda kız çakmağı bulup verdi. 

Çocuk sevincini gizleyemediği için utandı birazcık. Hemen çakmağı alıp sigarasını yaktı. Kendiyle konuşurken yanlışlıkla sesini yükseltti ve "ölmeden bir sigara içelim bari" dedi. Kız bu beklenmedik cümle için şaşkına döndü ve çocuğun az sonra intihar edeceğine kanaat getirdi istemsizce. 
Çocuk hemen farketti sesli konuştuğunu ve durumu toparlamak için tekrar başladı konuşmaya: "Az önce havanın bu kadar kötü olmasından dolayı bir kaç dakikaya kıyamet kopar diye içimden geçirmiştim de, intihar falan etmeyeceğim" dedi gülümseyerek. 

Kız istemsizce gülmeye başladı. Ardından çocuk da kendisini tutamayıp kahkaha atmaya başladı. Aralarında ani bir samimi sıcaklık belirmişti. Çocuk kızın gözlerine bakarken "ne de güzel kız, ne kadar da güzel gülüyor" diye geçirdi aklından. Çocuk sigarasını yakmış, kızın yüzüne bakıp bakıp mutluluğunu katlamaya girişmişti. Az önce kıyametin kopacağına hükmeden kahramanımızın içi aniden yaşama sevinciyle dolmuştu. Kızsa çocuğun sırılsıklam üstünü görmüş ve üzülmüştü onun için. 

Şemsiyesini çıkartıp kalkmaya hazırlanınca çocuğun içini bir hüzün kapladı, yüzü düştü. Çocuk aniden yine kıyametin yakın olduğuna hükmetti. 

İnsanın dünyayı olduğu gibi görmesi her zaman çok zordur. Hep kendi buğulu penceresinden bakar ve gördükleri de az çok buğuludur. Kız, çocuğun sırılsıklam üstüne tekrar bakıp küçük bir duraksama yaşadı ve "istersen benimle gel, yağmur çok yağıyor. Şemsiyen de yok galiba. Yakında oturuyorsan evine kadar eşlik edeyim sana." dedi. Çocuk sevincini gizleyememenin verdiği utançla kafasını salladı. Kıyamet için olan hükmü yine değişti ve "daha kopmaz ya" dedi. Kız ne dediğini anlamadığını gösteren bir bakışla çocuğa bakarken çocuk "bir şey yok ya. Yağmur diyorum ne kadar da hızlı yağıyor" dedi. İkisi aynı şemsiyenin altına girip yola koyuldular.

11 Temmuz 2020 Cumartesi

YALNIZLIK

Selam dostum, keyifler nasıl? Senin de başına gelmiştir herkes gibi: insan bazen kimi duyguları çok yoğun yaşar. Sevgi, umutsuzluk ya da yalnızlık gibi. Bu sıralar ben bunlardan yalnızlığı biraz yoğun yaşıyorum. Yoğun yaşanan duyguların ardından şöyle bir iki satır bir şeyler yazmak iyi geliyor. Ben de karaladım bir şeyler, içimdekileri bir de kağıtta görmek istedim.

YALNIZLIK

Sağır gecede yalnızlığın çığlığı kulaklarımda
Nefesimin sesi konuşuyor durmaksızın
Yalnızlığın dumanı doluyor ciğerlerime
Umudu eziyorum yavaş yavaş parmaklarımın arasında

Yarınlar da karanlıktır gece gibi benim için
Gecede yalnızlığımın çığlığı yankılanıyor duvarlarda
Bütün büyük savaşları kazanmış da yalnızlığı alt edememiş insanoğlu
Her şeye alışmış da yalnızlığa alışamamış insanoğlu

Bu gecenin kör şeytanıdır yalnızlığım
İnsandan bir melekse süslüyor hayallerimi
Kavgası içimde bu kör şeytan ve insandan meleğin
İyiler sadece masallarda mı kazanır?
Sonsuz mutluluklar bir tek masallara mı konudur?
Soruyorum yalnızlığıma bu sağır gecede
Cevap vermiyor yalnızlığım
Konuşsana yalnızlığım benim, susma

5 Temmuz 2020 Pazar

KENDİ DIŞINDAKİ BÜTÜN İNSANLARA KAFAYI TAKMIŞ "PUŞT"

Kafayı "8 milyar insana" takmış adamlarla karşılaşıyorum bazen. Bu adamlar diğer insanlarla kafayı ciddi anlamda bozmuşlardır. Bu kadar insanın neye yaradığını, bu kadar fazla insanın dünyaya fazla olduğunu dillerinden düşürmezler nedense. 

Bu yazıyı okuyan sen de eğer öyle bir angutsan senin için üzüldüğümü en kalbi duygularımla söyleyip ardından senin biraz canını sıkacağım. Dur hele dur çok sert vurmam gel şöyle.

Hani sürekli soruyor ya bu adamlar '8 milyar insan neye yarıyor?' diye. Kral ne dicem bak. Siktir et 8 milyar insanı, diyelim ki harbiden de bir boka yaramıyor kimse. Peki 'sen ne boka' yarıyorsun. 

Bu adamların acilen 'Hayatta bir boka yarıyor musun düşünsel deneyi' adlı yazımı okumaları gerek. Bütün insanlar işe yarasa, ya da yaramasa seni ilgilendiren ne? Herkes işe yaramasa sen işe yarıyor mu olacaksın? Ki bunu söyleyen adam aslında içten içe kimsenin bir boka yaramamasını ister. Çünkü bilir ki kendi de bir boka yaramıyor. Bunu itiraf edemediği için kendine, şöyle der kendisine 'bak kimse bir boka yaramıyor o zaman bende problem yok'. Bok problem yok. 

Diğer insanlar senin için bir veri olabilir sadece. Örneğin başına kötü bir şey gelir dersin ki herkesin başına geliyor. Bu sende bir rahatlama sağlar. Ya da bakarsın bir şeyi çoğunluk yapıyor kendinde bir motivasyon bulursun. Onun dışında diğer insanlar olmamalı meselen ve ölçütün. Asıl meselen 'kendin' olmalı. Herkesin işe yaramadığı bir yerde 'bak kimse işe yaramıyor' o zaman bende problem yok deyip kafanı kuma gömemezsin. 

Bu hayatta insan bir kişiyi değiştirebilir o da kendisidir. Onun dışında hiç kimseyi değiştiremez sadece o kişilerin değişmesine yardımcı olur. Genelde bu tarz 'kendi'yi konu alan yazılarda kişisel gelişim havası vardır ve gaz verip dururlar. Ama benim anlatmak istediğim o değil. Diyorum ki bırak artık şu 8 milyar insanın yakasını. Sen bırakınca onlar da bırakacak. Hafifleyeceksin emin ol. Kimsenin doğru yapmadığı bir yerde senin de doğru yapmaman, senin yanlış yapmadığını göstermez. 

Dünyada kimse fazlalık da değil gerekli de. Herkes sadece var. Bu kadar. Sen de varsın. Ölene kadar da yaşayacaksın. Kafanı kuma gömme. Yine söylüyorum asıl meselen 'kendin' olmalı. Diğer insanları takmama diye de bir safsata var onu da sonra konuşuruz. İnsanları takacaksın ama 'sana' yani 'kendine' bir veri olarak. Sakın ha gözünü 'kendinle' kör edip bencil bir gavat da olup çıkma. Ayarı da sen tuttur be hacı. Her şeyi de biz mi söyleyelim. 

Çok sert vurmadım. Umarım acımamıştır. Şimdi söyle bakayım. Ne işe yarıyor bu kadar insan? Cevap gelir "beni ilgilendirmez, ben ne işe yarıyorum sorusu asıl sorulması gereken soru". 

Heh adam olmuşsun biraz. Ulan bi de dayak kötü derler. Arada işe yarıyor demek ki:)

Böyle bir adam bu yazıyı okuduysa muhtemelen yorum olarak dümdüz gidecektir. Sağlık olsun.

Kalın sağlıcakla dostlarım.

4 Temmuz 2020 Cumartesi

BİR 'PLAYBOYUN' İNSTAGRAM'I

Bir milyon takipçisi, yarı çıplak hatunlarla olan fotolara gelen yorumları okurken kendinden geçişi, tek derdi "abi yaşıyorsun bu hayatı. Yerinde olmak isterdim" lafını duymak olan ve tatminsizlikten nefessiz kalan bir playboyun hikâyesi.

Geçen gün bir arkadaş gösterdi herifin birinin insta'sını. Adam sürekli yarı çıplak, tangalı, sütyenli hatunlarla fotoğraf paylaşıyor. 

Gelen yorumlar da şu şekilde: 'abi yaşıyorsun bu hayatı', 'yerinde olmak için neler vermezdim' bilmem ne diye liste uzayıp gidiyor. Biraz düşündüm de bu adamın acaba nasıl bir hayatı var? 
Yanındaki taş gibi hatunlar acaba artık tatmin etmiyor mu onu?
 
İnsan, genelde yaptığı şeyden tatmin olmayınca ya da eskisi kadar tatmin olmayınca yanına bir şey eklemek ister eski tatmin hissinin tekrar gelmesi için. Şimdi bu adam bence insanların bu yorumlarından, onların gözlerindeki efsane imajından, onların o 'yerinde olmak isterdim' deyişlerinden zevk alıyor. Yanındaki hatunlar, arabalar da sadece bu insanlar üzerindeki etkisini görmesi için bir araç. 

Onu kıskandığımı falan söyleyenler çıkabilir. Valla kimsenin ekmeğinde gözümüz yok dostlar. Ama diyorum ki dışardan hayatı bu kadar efsane gözüken bir adam niye bu kadar fazla hayatını sergilesin ki. Demek ki diyorum adama yetmiyor anasını satayım. O da bu eksikliği insanların gözlerinde "onun hayatını yaşama isteğini" görerek bir şekilde tamamlıyor. Belki de o his ona hayatının efsane güzel olduğunu falan hatırlatıyordur. 

Başka bir yazıda bahsetmiştim şu 'bilinme istediğinden'. Olay yine bu galiba. Adam yaşadığı hayatı yaşamaktan değil o hayatın bilinip 'insanların kendi hayatını isteyişini' görmek istiyor deli gibi. Ve belki de hayattaki en büyük hazzı bu. Üzüldüm lan adama. 

Hiç tanımadığı 1 milyon insana kilitlemiş mutluluğunu. 1 milyon adam lazım mutlu olması için. Bir de bana bak. Hiç öyle miyim? Sevdiğim hatun geri dönse yeter bana.

Size tavsiyem bir gün playboy olursanız takılmayın böyle şeylere. Keyfinize bakın:)