Hayattaki en gerçek ve bizi belki de en çok ilgilendiren konu. Burada seninle paylaşacağım yazıyı aslında yaklaşık bir sene önce dedemin ölümü üstüne yazmıştım. Dile kolay bir sene geçmiş üzerinden.
Zaman bazen geçmek bilmezken çoğunlukla nasıl geçtiğini anlamayız bile. Lafı fazla uzatmadan yazıyı seninle paylaşıyorum.
Dedem için;
Ölüm... Ölmek...Bir daha gelmemek üzere gitmek...Gitmek ardında bırakıp sevdiklerini...Onlar gözyaşları içinde boğulurken "ağlamayın, üzmeyin kendinizi" bile diyememek. "Hakkımızı helal ediyoruz" sesleri içinde taşınmak omuzlarda ve gömülmek yüreklere...Girmek yüreklere, toprağın soğuk ve karanlık kucağında bulmak kendini. Artık sonsuza dek yalnız ve ıssız kalmak. Taşınmak ve hareket etmek omuzlar üstünde ama bir parmağını bile kıpırdatamak...
Bütün soğukluğuyla gelir ölüm. Ve ölmek bitmesi her şeyin. Seni hatırlayan son kişi de öldüğü zaman hiç yaşamamış gibi olmak. Yılları bırakıp ardında beyazlar içinde sonsuz bir uykuya dalmak. İlyas ya da dillerinde insanların "Ellez" diye yuvalanmış ismi dedemin. Hayatımda ilk defa bana bu kadar yakın olan birini kaybettik bu günün gecesinde. Saat 2-3 civarı hiç gelmemek üzere ayrıldı dedem aramızdan... Nasıl biriydi bu adam, nasıl yaşadı dedem? Ömrünün çoğu yokluk ve sefalet içinde geçti. Karısını döverdi hep. Hep kaybederdi nesi var nesi yok. Ömrünün son yıllarında farklı biri oldu. Sigarayı bıraktı. Namaza başladı ve dine yöneldi. Onu yaptı, bunu yaptı. Ama sonunda çoğu insana göre iyi biri olarak ayrıldı aramızdan.
Ah dedem ah...Daha düne kadar aramızdaydın. Kanlıydın, canlıydın.Ama ölüm bu. Kimleri almadı ki, kimleri ayırmadı ki bizi ayırmasın senden. Girdiği mekana neşe katan, elinde ne varsa asla saklamayan biriydi. Hep gülerdi. Hep güldürürdü. Neşesini de alıp gitti, neşemizi de.
Camiye götürdük dedemi cenaze namazı için. Herkes öğle namazına gitti. Dayım tabutun yanında durmamı istedi. Ve uzun bir süre yalnız kaldık dedemle. İşte oradaydı. 20 cm ötemde, musalla taşının üstünde tüm soğukluğuyla yatıyordu.
O mu vardı gerçekten o tahta küçük evin içinde? Nasıl olur? Ama olmuştu. Dedem önümde tüm sessizliği ve yalnızlığıyla uzanıyordu. Evet bu olacaktı. Dedeler torunlarından önce ölür normal şartlarda. Bunu biliyorduk. Bunu en baştan beri biliyorduk. Peki nedir bu hüzün, nedir bu keder? Bizi üzen gitmen mi yoksa bir daha gelmeyecek olman mı? Yalnız kaldık seninle. Ve her şey o kadar içi boş geldi ki gözüme. Hiç bir şey uğrunda çabalamaya değmezmiş gibi geldi dedem.
Hayat alırken sevdiklerimizi tek tek, yaşamaktır zor olan, ölmek değil. Ve giden bir kere ölür ama kalanlar günde kaç defa? Para, mevki, güç içi boş ve kendileri de bir o kadar değersiz kelimeler. Ölüm, ölümdür sadece. Ona biz yükleriz anlamları ya da hüzüleri. Başkaları için "biri" ölmüştür sadece. Bizim içinse bir çok şey. Ölmek zordur elbette. Ama doğru, dürüst bir hayat yaşamak daha zordur. Ve taşınırken omuzlarda herkesin içinden gelerek "hakkımız helal olsun" demesini sağlamaktır kolay olmayan... Baş başa kaldık dedemle. Ve son görüşümdü onu. İnanabiliyor musun son görüşümdü? "Dede bir daha görüşemeyiz, ver elini öpeyim" diyemedim. Ve düşündüm ölümü, ölmeyi.
Ölmeden önce ölmeyi becerebilmeli insan. Oturmalı kendisinin karşısına ve anlat bakalım diyip sorguya çekmeli kendini.
Nereye bu gidiş, kimsin sen, kim olmak istiyorsun, uğrunda çabaladığın şeyler gerçekten de uğraşılası mı uğrunda? Hesap vermeli kendine ve hesap sormalı kendine. Taşınmadan omuzlar üstünde idrak etmeli bir şeyleri. Ve sevdıkleri göz yaşları içinde nefes almaya çalışırken değil, önceden taşınmalı omuzlarda. Sormalı kendine: "Omuzlar üstündeyken nasıl bir hayat bırakmış olmak isterdin?" diye. Ve aramalı bu sorunun cevabını omuzların üstüne çıkana kadar. Sevdiklerinin gözlerinden yıldızlar düşerken yeryüzüne bir "hoşçakalın" diyememeyi hatırlamalı. Toprağın üstü olduğu gibi altı da var diyebilmeli. Yaşamalı insanca. Yaşamalı doğruca, yaşamayı bilmeli dürüstçe.
Kısacası ölmeli insan, ölmeden. ÖLMEYİ BİLMELİ İNSAN ÖLMEDEN.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder