29 Kasım 2020 Pazar

OTOSTOP HİKAYELERİ - BÖLÜM 2

ANTEP'TE FANTASTİK BİR GECE VE PEYGAMBER DEDE


Hava iyice kararmıştı. Tırına misafir olduğum abi bir şeyler anlatıyor -ki bilen bilir bir tırcı hiç susmadan saatlerce muhabbet edebilir- bense geceyi nasıl geçireceğimi düşünüyordum kara kara.

Karnım da acıkmıştı hafiften; neyseki tırcı abinin aldığı bir kaç kilo üzüm imdadıma yetişti. Bir yandan üzümün olduğu torbaya elimi daldırıyor bir yandan da abinin anlattığı fantastik, beş kişilik ekibiyle elli Suriyeliyi dövdüğü hikayeyi can kulağıyla dinliyordum ve "helal olsun abi, vay bee ne kavgaymış" türünden sözlerle onu onaylayıp gaza getirmekten de geri durmuyordum.

Gideceği rota bana ters olduğu için Antep'in girişindeki Nurdağı ilçesinde beni bırakmasını söyledim.

Arabadan inerken üzüm ve efsane hikayeleri için abiye teşekkür edip gecenin ve ilk defa geldiğim bu yere yabancı olmamın verdiği küçük endişeyle geceyi geçirecek bir yer aramaya başladım.

Saat 11'e gelmişti. Birazcık dolandım fakat etrafın ıssız olması ve sağda solda dolaşan bir sürü köpekle acayip tipteki insanlar beni iyice korkutmaya başladı.

Gerçi alışkındım böyle durumlara. Çadır kurmaktan vazgeçip bir cami aramaya başladım. Herkes bilir ki bir otostopçunun son kalesi camilerdir. Orası da düşerse onun vay haline.

Bir cami bulma ümidiyle etrafıma bakınırken beyaz bir minare gözüme çarptı. Gücümün son kırıntılarını harcayarak sırtımda belki de 20 kilo ile minareye doğru yürümeye başladım.

Caminin avlusuna girince içim güvende olduğum zamanlardaki gibi bir hisle doldu. Zaman kaybetmeden caminin içine girmem lazımdı fakat o da ne? Kapı kitliydi.

Ne yani geceleri camiler kapanıyor muydu? Güvende olduğum hissi bütün bedenime yayılmış ve bir gevşemeye yol açmıştı ki bu kötü haber tekrar canımı sıktı.

Kendi kendime "Belki de bütün camiler değil bazıları kapanıyordur?" diyerek bozuk moralimi düzeltmeye giriştim.

Başka bir cami bulmam lazımdı. Bütün geceyi; o kadar yorgunken yattığında taştan farksız gibi hissettiğin, caminin vidaları olmayan ve neredeyse eskimekten rengi gitmiş bankında geçiremezdim.

Uykulu, yorgunluktan feri gitmiş gözlerimle etrafta dolaşırken başka bir minareyi farketmem canlanmamı sağladı. Adımlarımı hızlandırmakta gecikmeden caminin kapısının açıldığını hayal ederek yola koyuldum.

İçimi müthiş bir heyecan, korku, ümit ve ümitsizlik kapladı. Hiç önemli olmayan bir mahalle camisinin, hiç önemli olmayan kapısının kapalı mı açık mı olduğu gecenin bir yarısı Nurdağı sokaklarında gezen bu otostopçu için tarif edilemeyecek derece de önem kazanmıştı.

Bütün bu acayip duygular içindeyken kapıya, bir leoparın avını dakikalarca sabırla bekledikten sonra acımasızca atılması gibi atılmıştım.

Ama leopar avını kaçırmış ve aç kalmıştı. Kapının kilitli olmasını farketmem o an için kapıyı kilitleyenlere kızmak için bahaneler uydurmama yol açtı.

Kendi kendime "Belki de ben sabaha kadar namaz kılmak istiyorum. Niye kitlediniz ki?" diyor, yorgum zihnimle onları azarlıyordum.

Tabiki de azarlamalarım hiç bir şeye yaramamış; bu gece o eski, tahta bankın kaderime kalın harflerle yazılmasını engelleyememişti.

O kadar uykum gelmişti ki daha fazla dayanamayıp kapının kilitli olmasını farketmemden önceki hayallerimi süsleyen, yumuşacık cami halısının düşüncesi içinde kendimi tahta banka bıraktım.

Rahatsız bir uykuya has olan sürekli uyanıp tekrardan uyuma ve 10 dakikayı geçmeyen uykular, yumuşacık olmasını çok istediğim tahta bank üzerinde bana eşlik etmeye başladı.

10 dakikada bir uyanıp ağrıyan yerlerimi ovalıyor bir yandan da "belki ben sabaha kadar namaz kılacağım" diye sayıklayıp duruyordum.

Aniden yükselen ezan sesi zaten pek uykuya benzemeyen ve hiç de yorgunluğumu gidermeyen uykumu böldü.

Caminin avlusunda olduğum için ses o kadar yüksek geliyordu ki sinirimin etkisiyle dinden çıkmaya yaklaşmıştım diyebilirim.

Tarihte inandığı dinin mabedinde dininden çıkan biri olduğunu pek sanmıyorum fakat tarihte bir ilki gerçekleştirmek üzere olduğum aklımın ucundan bile geçmiyordu.

Ezanın bitmesine sevinmiş, sanki sadece sert olsun ve üzerinde yatan kişi bel ağrısından kıvransın diye yapılan banka uzanmıştım tekrardan.

Uykum, ağrılarım yarı baygın gibi bir hale sokmuştu beni.

Bank avlunun girişine baktığı için ben de uzanırken ister istemez yüzümü oraya çevirmiştim. Gözlerimi tam kapatacakken akla birisinin yürüdüğünü getiren bir ses kulaklarıma doldu. Gözlerimi açmamla donup kalmam bir oldu.

Cübbeli, bembeyaz sakallı bir dede bana doğru geliyordu. "Noluyor lan?" diyerek hareketsizce bekledim.

O an kafamın içinde dolaşan düşünceleri anlatmak pek kolay değil. Az önce ezana kızıp dine karşı mırın kırın eden ben, bildiğim duaları baştan sona bir kaç defa okuyup bitirmiştim.

Kendi kendime "Demin neler dedim! Beni hidayete erdirmek için mi geldi bu dede yoksa?" gibi o durumun içinde olmayan kişilere dünyanın en mantıksız fikirleri gibi gelecek şeyler düşünmeye başladım.

Yorgunluktan kırılan zihnim içinde olduğum durum yüzünden mantığı çoktan askıya almıştı.

O an dede "Ben yeni peygamberim ey evladım. Gel buraya." gibi cümleler kursa herhalde sorgusuz kabul eder "Ben zaten eski dinimden çıkmak üzereydim." diyerek onun ilk müridi olabilirdim.

Dede yavaşça bana doğru yaklaşınca kendimi doğrultmak zorunda hissedip "Acaba sadece peygamber mi yoksa kitap da getirdi mi?" sorusunu yeni bir dine giren ve inandığı dini ufacık merakıyla araştırmaya çalışan bir adamın soru dolu bakışlarıyla kendime soruyor ve onu izliyordum.

Dede yanımdan yavaşça geçip tam arkamdaki benim hiç farketmediğim abdest alma alanına geçti.

Ben de doğrulup o abdest alırken ayılmaya çalıştım. Zihnim ve düşüncelerim yavaş yavaş toparlanıyor; deminki saçma fikirlerimin yerini "heralde imam ya da cami görevlisi" gibi daha mantıklıları alıyordu.

Abdestini alınca caminin kapısını açıp içeriye girdi. Bu dünyaya o kapının açılmasını görmek için gelmişçesine sevinen ben, saatlerdir hayalini kurduğum o yumuşacık cami halısının üstüne bırakıverdim kendimi. Pek hatırlamamakla birlikte yaklaşık 40 dakika kadar uyudum.

Peygamber dede önce kuran okumuş ardından tek başına namaz kılmıştı. Ne kadar uyuyor olsam da hayal derecesinde sesini duyduğumu hatırlıyorum.

Belki de uykumun en derin yerindeyken gözlerim bir anda açıldı ve onu karşımda bana bakarken buldum.

Muhtemelen bana bir kaç defa seslenmiş, uyanmamı beklemişti.

Yüzüne yorgun gözlerimi çevirip "Kitleyecek misin dede?" dedim.
Çok sakin, sanki her gün benim gibi camiye şortla yatmaya gelen biriyle uğraşıyormuşçasına "Evet. Kitlemem gerekiyor." diyerek sorumu yanıtladı.

Dışarı çıkıp avludaki belimi ağrıtmayı dört gözle bekleyen tahta banka kendimi attım ve biraz daha uyudum.

Hayallerimi süsleyen yumuşacık halıdaki uykum beni kendime getirmiş sayılırdı.

İyice kendime geldikten sonra çantamı sırtlanıp yola koyuldum.

Zihnim iyice berraklaşınca olanları düşünmeye koyuldum.

Upuzun sakalı ve cübbesiyle dolaşan bu dedeye haksızlık ettiğimi düşündüm.
Çünkü camiye girerken aklımda, beni uyandırmaya çalışırken azarlaması, "bir de şortla gelmişsin terbiyesiz" gibi hakaretvari cümleler kurması vardı.

Fakat beni mahcup eden dede son derece saygılı ve insanca yaklaşmış; belki de kızmaya hakkı varken bu hakkından feragat etmişti.

Sırf alışkın olmadığım dış görünüşü yüzünden ona belli bir portre çizdiğim, kaba saba olmasını beklediğim dede, bana neredeyse hiç konuşmadan bir şeyler öğretmişti. Ne kadar önyargılı olmayan biri olduğumu düşünsem de bunun çoğunun lafta olduğunu, daha gidilmesi gereken yolumun olduğunu bana hatırlatmıştı.

Belki de en önemlisi insanın eğer öğrenmek isterse neredeyse hiç konuşmadığı, yarı baygın haldeyken gördüğü yaşlı birinden bile bir şeyler öğrenebileceğini hatırlatmıştı.

Beni, karşısına alıp bilgiçlik taslayan ama davranışları bir türlü anlattıklarına uymayan insanlardan daha çok etkilemiş; hayatıma daha çok dokunmuştu.

Kafamın içindeki düşüncelerle ve kendime olan küçük sinirimle Adıyaman yolunu tutup kefeme öğrendiklerimi koyarak bu fantastik geceden sonra yolculuğuma kaldığım yerden devam ettim.

Sürekli gezmek ve gezerken de öğrenmek dileğiyle.

23 Kasım 2020 Pazartesi

YA VARSA?

Selam dostlarım. Keyifler pek yok gibi bu aralar ne dersiniz?
Acayip günlerden geçiyoruz. İnşallah her şey düzelmişken birbirimize bu yaşananları anlatıp 'ya dur dur şu da vardı hatırlasana' şeklinde konuşmalar yapmak için çok beklememiz gerekmez. O günler çok uzakta değildir umarım deyip ufaktan geçelim yazımıza.

İnsan çoğunlukla belki de her zaman faydacıdır bir bakıma. Yeni bir şey yapmak isteyince ya da bir eyleme geçmeden "ulan bana bunun faydası ne" diye düşünmeden edemez. 

İnsanın bu doğal faydacılığı onun kendisini garanticiliğin kucağında bulmasına sebeb olur. Kendini garantiye almak ister. Pek riske girmek istemez açıkçası.

Tanrı üzerine yapılan tartışmalar uzayıp giderken biri mutlaka ortaya atılır ve şöyle der:
- Ulan tamam diyelim yok. Ölen öldü, kalan kaldı. Benim kaybedeceğim pek bir şey yok. Ama ya varsa? O zaman ne bok yicen? Ben hurilerle grup yaparken zebaniler sana tecavüz pornosu çekiyor olcaklar hehehe. Akıllı ol olum akıllı.
İnan, bak keyfine. Varsa hapı yutarsın. Haberin olsun.

Bak bu arkadaş ne güzel kendini garantiye alıyor ve sınırsız seksin keyfini çıkarıyor. Düşünsene bizim Tanrı da trolmüş, bu garanticileri toplayıp taşşağa alıyormuş. Yukarıdaki arkadaşla Tanrı'nın arasındaki diyalogu duymak için bile ahiretin var olmasını isterdim açıkçası. 
Garantici arkadaş:
- Tanrım, garanticiler olarak biz sana inandık. Haftada bir cumaya falan da gittik. Cennet saatiyle gece 1'de HuriClub'da olmamız lazım. Orda parti var. Ufaktan salsan mı bizi?
Tanrı:
- Lan ibineler. Ben bütün kâinatı var ettim. Sizi yarattım. Adam olun, insan olun diye uğraştım. Siz üç beş tane huriye sattınız lan beni. Ulan benim işim gücüm yok Tanrı var diyeni sekse mi boğcam? Genel ev mi işletiyoruz oğlum biz? Siz bana değil, alacağınız büyük faydaya inandınız. Yürüyün len cehenneme. Cin olmadan adam çarpıyor pezevenkler.

Valla böyle bir sahnenin yaşanması hiç de düşük olasılıklı değil gibi. Tabi biraz daha ağır bir dil kullanırlar heralde. Ne biliyim mesela "Ey garantici ehli" falan gibi. Böyle sayko Tanrı mı olur oğlum?

Baya bir boş attık, kendimize geldik. Şimdi asıl mevzuya gelmekte fayda var.

Şaka bir yana bu "Ya varsa?" sorusu insanı acayip dürten bir soru her alanda. Nasrettin Hoca bile duruma ayıkmış. "Ya tutarsa?" diyor adam. Kumar bağımlıları beni çok iyi anlar ya da Nimet Abla kuyruğunda bütün hayalleri bir tane yılbaşı biletine bağlı olan ve hayattan bezmiş milyonlar. 

Bir tane bilet alıyorsun. Alt tarafı elli lira. Hiç bir şey kaybetmem diyorsun. Ama "Ya tutarsa?" sorusuna tosluyorsun. Adeta kemiriyor beynini. 

Biraz saptık konudan daha fazla sapmadan toparlayalım.

Farkettiysen bu sorunun olumsuz örneklerinden bahsettim. Bir kumar bağımlısı aslında aynı zamanda bu sorunun da bağımlısıdır. Her seferinde bu soru yüzünden riske girer ve bazen varını yoğunu kaybeder.

Bu soruyu sorma şeklini değiştirip çok daha işlevsel hale getirmek mümkün gibi. 

Düşünsene bir konu var ve sen o konuda alıp başını gidebilecek bir insansın. Söz gelimi futbol, satranç, boks aklına ne gelirse. Bir şey var ki o alanda ter döküp olayın üstüne gitsen ortalığı belki de kasıp kavuracaksın. Tabi böyle bir şey var mı yok mu bunu daha başlangıçta bilmek mümkün değil. Ama "Ya varsa?"

Düşünsene bir alanda efsane olabilecek birisin ya da biriyim ve bundan habersiz olarak ömür geçiyorum ardından basıp gidiyorum bu dünyadan. Hassiktir cümleyi yazarken bile dehşete düştüm. 

Ulan bir şeyde efsane olma şansın var ama bundan habersiz ölüp gidiyorsun. Duruma bak.

"Nerden olsun oğlum öyle bir şey?" dediğini duyar gibiyim. Ama ben de deminki soruyu öne sürüp kartlarımı açık oynuyorum: "Ya varsa?".

Ya ben efsane bir blog yazarı ya da yazar ya da ne biliyim başka bir şey olabilecek biriysem? Ya gerçekten iyi aynı zamanda mutlu olabileceğim bir alan varsa? Ya bunu bulamadan göçüp gidersem? Bundan daha kötü ne gelebilir başıma? Denemeye değmez mi dersin? Bizden bi' bok olmaz mı dersin?
Oğlum ya olursa?

İnsanı harekete geçirme konusunda en başarılı duygusu korkusu galiba. İnsan korktu mu gözü görmez bir şeyi. Ben de bu senaryodan korkuyorum işte bazen. Dedim ya demin: Ya bir alanda iyi olabilme şansım varsa ve bunu öğrenemeden ölüp gidersem? Hassiktir şuan bile tırstım. 

Benden bir bok olmaz deme. Ya olursa?

Salın beni, ben gidiyom. O şeyi bulmam, kendimi keşfetmem lazım. Artık ne çıkarsa kısmetimize razı olacağız.

Ulan senden bir cacık olmaz diyenler vardır heralde. Dur oğlum acele etme. "Ya olursa?".

Bu arada Tanrı bu garantici hıyarlara acıyıp e biraz da paraya kıyıp vade farksız bir tane demir döküm klima taktırmış. Ulan ne yapsa yaranamıyor adam. Hadi yine iyisiniz garanticiler. 

Neyse son boşumuzu da attık. Kendinize iyi bakın ve şu lanet soruyu sormayı unutmayın: "Ya varsa?"