23 Mayıs 2021 Pazar

TÜBİTAK MÜHENDİSLİK MÜLAKATI

Selamlar dostlar.

İnternette Tübitak Mühendislik Mülakatları hakkında neredeyse hiç elle tutulur derli toplu bilgi yok.

Üç beş kişi mülakatta sorulan sorulardan bahsetmiş ya da memurlar.net’te sonuçların çok geç açıklanmasından dert yanılmış. Bu konuda şöyle derli toplu, elle tutulur bir bilgilendirme yapmak istedim. Birilerinin işine yarar belki.

Süreç iki bölümden oluşuyor. İlki “video mülakat” şeklinde yapılıyor.

Video Mülakat bölümü şöyle işliyor: Size mail olarak gönderilen linke tıklayarak bir sayfaya yönlendiriliyorsunuz. Önce “kişilik envanteri” adında bir çok sorudan oluşan testi tamamlamanız gerekiyor. Bu sorular sizin karakterinizi, olaylara bakış açınızı anlamaya yönelik hazırlanmış sorular.

Bu bölümde, örneğin “sizin için konfor mu önemlidir yoksa başarı mı?” tarzında bilgi ölçmeyen yukarıda da belirttiğim gibi daha çok bakış açınızı anlamaya yönelik sorular yer alıyor.

Kişilik envanteri bölümünden sonra “video mülakat” kısmına geçiyorsunuz. Toplamda 10 sorunun yer aldığı, her soru için -yanlış hatırlamıyorsam- 5 sn düşünme ve 3 dakika cevaplama süresinin olduğu bir testtir video mülakat. Soruları ayrı ayrı ve sırayla cevaplarsınız. Yani soruları görüp araştırma, cevabına bakma şansınız yok. İlk soru biter videonuz, sonra ikinci soruyu görürsünüz onu cevaplarsınız, sonra bu şekilde ilerler.

Video mülakatta başvurduğunuz alan ile ilgili zorlayıcı olmayan, temel sorular sorulur. Yine de bu kısımdan önce bilgilerinizi tazelemekte fayda var. Eğer konuya hakimseniz 10 sorunun 10’unu da rahatlıkla cevaplayabilirsiniz.  Herhangi bir soruyu gördükten sonra, eğer kötü ya da yanlış cevap verdiğiniz bir video kaydettiyseniz o soru için yeni bir video çekme imkanınız yoktur. Ama tabiki bu dostunuz size bir kıyak yapacak. Eğer ki verdiğiniz cevaptan tatmin olmadıysanız ya da soruyla ilgili en ufak bir bilginiz yoksa video kaydedilirken hemen internetinizi kapatın. Bu şekilde yaparsanız sistem tekrar giriş yapmanız durumunda sizi aynı sorudan başlatacaktır. Hadi yine iyisiniz :). Tübitak amca topumuzu kesmeden uzayalım.

Video mülakata gereken önemi vermeniz ve hakkıyla cevaplayamadığınız soruları detaylıca öğrenmenizde fayda var. Çünkü yüz yüze yapılan mülakatta bazen video mülakattaki sorulara bakıp bakmadığınız ya da video mülakatın nasıl geçtiği vs sorulabiliyor.

Gelelim asıl mevzuya; yani yüz yüze mülakata. Ben toplamda 3 mülakata katıldım. İlki Ankara’daki Bilgem biriminde, elektrik-eletronik mühensiliği ilanı için yapılan alım sebebiyle gerçekleşti. Diğer ikisi sırasıyla Gebze’deki Bilgem ve Uakae birimlerinin açtığı yazılım mühendisliği ilanı içindi. Yani az çok öğrendim bu Tübitak mülakat işini.

Yüz yüze mülakat iki kısımdan mürekkeptir (bu kelimeyi kullanmayı çok istiyordum bugüne nasipmiş).

İlki ağırlıklı olarak teknik soruları kapsayan, ikincisi ise daha çok “insan kaynakları” mülakatı şeklinde yapılan  mülaakattır. İki mülakat arasında 30-40 beklemeniz gerekebilir.

Teknik mülakatta önce beklendiği gibi kendinizi tanıtmanız istenir. Kendinizi tanıtma kısmını sade, anlaşılır tutmanız daha iyi olacaktır bence. Mülakat teknikleri ile ilgili zaten tonla materyal bulabilirsiniz internette. İlandaki “tercih sebebleri” bölümüne çok dikkat edin. Orada belirtilmiş konular üzerinden ilerliyor teknik mülakat. Yeni mezunsanız görev aldığınız projeler, aldığınız derslerle ilgili sorular; tecrübeli biriyseniz de tecrübelerinizden bahsetmeniz isteniyor. Kısacası bildiğiniz klasik teknik mülakat.

İnsan kaynakları mülakatında daha çok davranışsal sorular denen sorular ağırlıklı olarak karşınıza çıkıyor. Ama şu da var ki bazen iki mülakat da neredeyse aynıymış gibi yapılıyor. Aralarında pek fark yokmuş gibi hissedebilirsiniz bazı durumlarda. Yine aynı şekilde İnternete “insan kaynakları” mülakatı yazarsaniz zaten bir sürü içerik bulabilirsiniz. Burada çok detayına girip yazıyı uzatmaya gerek yok. İnsan kaynakları mülakatında da yine teknik sorularla karşılaşabilirsiniz.

Hem teknik hem de insan kaynakları mülakatlarında kalabalik bir ekip mülakatı gerçekleştiyor. Her mülakat ekibi genellikle 5, 6 kişiden oluşuyor fakat soruları soran genelde bir iki kişi oluyor. Diğerleri çoğunlukla gözlemci olarak takılıyor. Hatta suratınıza bön bön bakan “Ne işim var lan benim burda, bu herif kim, ne anlatıyor?” tarzında sorular gözlerinden okunan kişiler bile karşınıza çıkabilir. İnsan kaynakları mülakatında, mülakat videoya kaydediliyor. O yüzden kamera falan görürseniz far ışığı görmüş tavşan gibi kalakalmayın sakın. Her mülakat size de bağlı olarak yaklaşık 15-20 dakika sürebilir. Fakat yetersiz olduğunuz anlaşılırsa daha kısa da sürebilir.

Gözüme çarpan bir detayı paylaşayım. Mülakata mümkünse erkekler takım elbiseyle, kızlar da resmi bir şekilde gitsin. En kıytırık şirketin bile mülakatına giderken kıyafete önem göstermek gerekliyken kot pantolan, deri ceket giymiş adamlar gelip mülakata giriyor. Geçiyordum da uğradım der gibi. Gönül isterdi ki kıyafet hiç önemli olmasın ama önemli maalesef. Ve oyunu kuralına göre oynamak da fayda var eğer ki kural koyamıyorsak.

Mülakatın sonuçlanması 3.5-4 ayı bulabiliyor genellikle. İlk girdiğim mülakatın açıklanması 3.5 ay civarında sürmüştü örneğin.

Mülakata gitmeden mutlaka iyi şekilde hazırlanın dediğim gibi “tercih sebebleri”ne çok dikkat edin.

Referans olayına gelirsek eğer ki imkanınız varsa referans bulmaya çalışın. Ama benim gibi yoksa o kadar da kafaya takmayın. Tübitak’a mülakata çağrılan insanlar zaten ortalamaları yüksek, ingilizce bilen kişiler. Eğer ki oraya çağrıldıysanız zaten belli bir seviyedesiniz demektir. Tübitak’ta mühendislik mülakatları ciddi yapılır ve torpil olayı çok dönmez. 10 kişi alınacaksa belki bir iki kişi referans sayesinde geçebilir fakat zaten o adam da bomboş bir adam değildir, başvurma şartlarını taşıdığı için. Tabiki adalet yüzde yüz sağlanamaz fakat torpilin artık her yerde olduğu, liyakatın pek önemsenmediği şu dönemde Tübitak mühendislik alımları konusunda hala ciddiyetini koruyor bence.

Ama benim bir tanıdığım vardı torpille girdi gibi boş itirazlara kulak asmayın benim de bir tanıdığım 100 metreyi 9 saniyede koşuyor. Arada çıkar böyle adamlar, olabilir yani.

Son bir hatırlatma yapayım: Video mülakattaki soruların ekran fotoğrafını alın. Bu sayede sorulara daha iyi çalışırsınız. Çünkü sonrasında on soruyu da hatırlamak zor olabiliyor bazen.

İlk iki mülakatta soruların ekran fotoğrafını almamıştım. Sonradan aklıma geldi bu olay.  Üçüncüsünde ekran fotoğralarını aldım. Son mülakat dediğim gibi yazılım mühendisliği üzerineydi. Ekran fotoğraflarını aldığım soruları -hepsini almadım- aşağıya bırakıyorum. Belki işinize yarayabilir.

Şimdiden kolay gelsin. Sağlıcakla kalın.

SORULAR:

Soru 1: Java programlama dilinde “Abstract Class” ile “Interface” arasındaki farklar nelerdir?

Soru 2: Yazılım Tasarım Kalıpları (Design Patterns) ne için kullanılır, bildiğiniz bir tasarım kalıbı öreneği verip işlevini açıklayınız.

Soru 3: Java ve C++ programlama dillerini bellek yönetimi açısından karşılaştırınız.

Soru 4: Referans ile pointer arasındaki farklar nelerdir?

Soru 5: Java’daki exception türlerinin açıklayınız.

Soru 6: JDK, JRE, JVM kavramlarını açıklayınız.

14 Mayıs 2021 Cuma

KENDİNİ DEĞİŞTİRMEK ÜZERİNE

Selamla.... 

Öhhhö öhhh...

Bu ne beyler? Açalım şu camları biraz. Her yer bok ve yosun kokuyor. Naptınız burada böyle? Bir ara ortada yoktuk diye mekanı bitirmişsiniz.

Öhhö, öhhh...

Aynen aynen. Onu aç kanka. Çabuk çabuk! Heh temiz hava gelsin biraz şöyle içeriye. Gözlerim yandı la pis kokudan, bu ne böyle!

Selamlar dostlarım öhhö öhhh.

Tamam tamam bu şakaydı. Havası düzeldi zaten ortamın. Baya oldu galiba gelmeyeli buralara. Naptınız, nettiniz bakem? 

Nedense blog bir anda aklımdan gitti ve uzun bir süre hiç aklıma gelmedi dostlar. Şuan onu fark ediyorum. Bazen olur ya hani çok sık görüşmediğin bir arkadaşını kelimenin tam anlamıyla unutursun ve eleman arayınca "Ulan benim böyle bir arkadaşım vardı ya!" dersin, işte onun gibi sikimsonik bir durum oldu benimkisi.

Hayatta başımıza gelenler bazen -aslında çoğunlukla demek daha doğru olacak belki de- elimizde olmuyor biliyorsun işte. Sınavlar, işler, güçler, kendimizi kandırmalar, oyalanmalar derken unutuluyor bazı şeyler. 

Yukarıda bahsettiğim unuttuğumuz arkadaş birden arayınca hep şu "Ulan insan arada bir arar be şerefsiz!" muhabbetini savuşturmak için bir iki bahane uydururuz ya, o durumda hissetim kendimi. Ve tabiki kendimi aklamanın keyfi de bir başka.

İnsan böyle işte dostum ne yaparsın? Hatasını kabul etse de çoğu zaman hatasını kabul ettiğinin bilinmesini istemez. İstese bile karşı tarafta "hatasını kabul eden biri imajı" bırakmak hoşuna gider bazen o kadar. Ne acayip davranıyoruz, öyle değil mi? Hep bir hesap kitap hep bir mesafe...

En son kime tamamen kendin oldun mesela, en son ne zaman birine içini olduğu gibi döktün "Acaba ne der?" diye kaygı duymadan? Hiç düşündün mü? Şu geri bildirim olayı yok mu, herkesle aramıza aşılmaz duvarlar örüyor daima. Söylediklerimizin bize bir şekilde geri döneceğini bildiğimiz için kendimizi hep frenlemeye ihtiyacı hissediyoruz.  Ve bu da tam anlamıyla aslında insanın herkese az ya da çok yabancı olduğunu gösteriyor.

Bu yazı biraz uzun olabilir. O yüzden vaktin yoksa sonra okumanı tavsiye ederim ya da sıçarken okuyabilirsin. Yazılarımın okunma süresini sıçma süresiyle denk getirmeye çalışıyorum, siz sevgili aşırı entelektüel, kültürlü, sofistike, kuantumvari (böyle bir kelime yok galiba emin değilim) dostlarıma sıçarken ek bir uğraş daha kazandırmak için. Malum sıçarken yapılacak aktivite sayısı sınırlı ve pazarın önü baya açık gibi. Sıçarken benim yaptığım gibi telefonda boş işlerle uğraşmak, hatunların gönderilerine like atmak ya da dayının yeni jettası'nın fotosunu beğenirken "Kazasız belasız dayı. İlk fırsatta bir turum var ona göre." gibi acayip yorumlar yapmaktan daha iyi bir aktivite olabilir belki de. Denemek lazım.

Bu uzun ve tamamen kendimi şirin göstermek için yapılan girişi bitirip mevzuya gelelim.

Kendini değiştirmek ya da kendinde değişiklik yapmak az çok her insanın kafasını meşgul eder. Hiç kimse kendisinden tamamen memnun değildir. Ya saçını beğenmez ya boyu kısadır vs. İllaki  bir eksikliği vardır kendine göre. Eksikliği olmasa bile o eksikliği bir şekilde yaratır ya da yaratmak ister. Çünkü uğraşacak bir şey, çaba harcanacak bir amaç olmazsa olmazdır. Bu yüzdendir ki en fit, en güzel hatun bile 1 kilo hatta yarım kilo fazlası olduğu gibi saçma sapan düşünceler içindedir. Kabul edelim ki gerçekten saçmadır bu. Bir kilo fazlan olsa ne olur olmasa ne olur? Ama yok illa bir eksiklik lazım ki uğraşacak meşgale olsun.

Dış görünüşle ilgili olan değişim talebi önemsiz olmasa da çok abartmamak da fayda var. Asıl mesele fikirlerdeki, ruhlardaki, alışkanlıklardaki, karakterdeki değişimlerdir. 

Kendimizden memnun olmadığımızı varsayalım. Şunu söylemek de fayda var: Bu memnuniyetsizlik değişime atılan ilk adım olduğu için son derece önemli ve hayatidir. Memnunsan zaten değişmek istemezsin. O yüzden hayatından memnun değilse birisi bir şeylerin arifesinde olabileceğini hatırlamalı. Bok gibi, bomboş yaşıyor ve gayet de memnunsan zaten o bizim uzmanlık alanımıza girmiyor maalesef.

Memnuniyetsizlik şarabından bir kere içtin mi bu iş artık yakanı bırakmaz. Ya değişeceksin, ya değişmeye çalışacaksın ya da bir türlü değiş(e)mediğini görüp iyice dibe batacaksın. Bu üçünden başka bir seçeneğin yok.

Değişmekle ilgili acayip gaz veren, "Yeter ki iste!" tarzında efsane havalı gibi duran ama üstünü şöyle ufacık eşeleğince altında bir bok olmadığını gördüğün laf kaynıyor ortalık. Whatsapp durumuna yazmalık "Bir insanın devrimi, kendisini değiştirmesidir." ya da "Bu hayattaki en büyük keşif kendine yapacağın keşifdir." gibi müthiş havalı sözler sadece durum yapıldığında güzeldir. Bu laflar, zaten bu sözleri yazan adamların o sözleri söyleyenler kadar havaya girmelerinden başka pek de bir işe yaramaz. Bu gibi roket gazlı lafların gerçek hayatta pek karşılıkları yoktur. Babaannemin duvara astığı tablodaki ayeti geldi aklıma. Çok süslü, harika bir şekilde yazılmıştır. Baktıkça bakasın gelir fakat anlamını bilen yoktur. İşin kötüsü bilmek isteyen de yoktur. Biri de merak edip "Ne diyor lan burda acaba?" demez. Dese de zaten tınlayan olmaz. Çünkü tablonun maksadı "düşündürmek" değil "etkilemektir". Tıpkı Whapsapp durumuna yazılan sözler gibi.

Değişim devrim vs... Hepsi şahane havalı ve etkileyici sözler tamam burada sıkıntı yok. Tamam da nasıl olacak bu iş? İstemeyle bir şeylerin olduğuna, öyle olduğunu söyleyen adam bile inanmıyor artık. "Neyi" geçtik, "Nasıl" lazım bize. Nasıl olacak bu iş?

Bu soruya aha da şöyle deyip reçetevari bir cevap vermek olmaz. Çünkü "Nasıl"ı öğrenen adamın kafasına yatması lazım bu "Nasıl"ın. Yoksa "hadi amk boş yapma" ya da "onu biz de biliyoruz" gibi haklı itirazlar gelebilir.

Kendimizi değiştirmek istiyorsak öncelike "kendim" dediğimiz kişiyi nelerin belirlediğini ya da etkilediğini iyice, etraflıca tespit etmek gerekir. 

"Ne oluyor da ben 'kendim' dediğim kişi oluyorum?"

"Ne oluyor da ben 'kendim' dediğim kişiye dönüşüyorum?"

İnsanın kim olduğunu, kimliğini, düşünce tarzını, alışkanlıklarını, huylarını belirleyen veya etkileyen iki önemli unsur vardır: genetik ve çevre.

Aslında acı bir gerçek şu ki kendimiz üzerinde öyle sandığımız gibi çok da bir belirleyiciliğimiz yoktur ama bu kesinlikle "hiç yok" anlamına da gelmez.

Bu iki unsurla (genetik ve çevre) ilgili değişikliğe gitmeden "beni" değiştirmemiz olanaksızdır.  Zevkine denemeye çalışırsanız şunu görebilirsiniz: Sadece bataklıkta çırpınmaya benzer. Ne yapsan da olmaz. Ne yapsan da kurtulamazsın ve batarsın.

Şimdi bu "osasaltık esnik dörsun etnik unsur kim diyorsun?" pardon Bahçeli parazit yaptı da hatlar karıştı.------->Jeton için tıklayabilirsiniz:)

Şimdi bu iki unsuru ele alalım. Genetik mühendisliği daha o kadar gelişmediği için genlerimize müdahale edemiyoruz. Bir gün edebilirsek hiç uğraşmayın çevreyle falan basın kaliteli geni damardan olsun bitsin.

Bahçeli çık aradan. Bu unsurlar başka unsur.

Değişime gidebileceğimiz unsur "çevre"dir. Çevre konusunda da elimiz kolumuz bağlı kalır bazen. Örneğin aile, yaşadığımız ülke, şehir gibi konularda pek de yapacağımız bir şey olmaz çoğu zaman. Aslına bakarsanız çoğunlukla kiminle arkadaş olacağımız bile şansa bağlıdır. Çevrendeki insanları düşün. Hangisiyle karşılaşmanda talihin etkisi yok ki?

Hiç bir şey elimizde değilmiş gibi ve acayip demerminist bir havayla konuştuğumun farkındayım. Ama durun daha bitmedi.

Belli bir yaştan sonra ailenin etkisi büyük ölçüde azalır ve "arkadaşlar" dediğimiz kişiler önemli ölçüde kimliğimiz üzerinde etkili olur.

İnsan çok eskilerden beri "gruba uymak" üzerine geliştiği için biz farkında olmadan çevremizdekilere benzemeye, onlar gibi olmaya başlarız. Bu adaptasyon aslında ormanda çok işlevseldir. Çünkü grubun onayını alarak "dışlanma" ve "yalnız kalma" riskini en aza indiririz. Bu da zaten hayatta kalmamızı sağlar. İşin kötüsü ormanda çok işlevsel olan "grubun onayını alma"  ya da "grup gibi olma" artık şehirde çok da gerekli ve hayati değil. Çünkü artık başka bir yazıda da ele aldığım gibi bizim için hayatın amacı "hayatta kalmak" değil. Bu amaç elimizden kaçmıştır. Bugün kimse hayatta kalmak için öyle acayip uğraş vermiyor. Daha iyi yaşamak ya da mutlu olmak için uğraşıyoruz. Ormanda "hayatta kalmak" olan amaç şehirde daha iyi yaşamaya dolayısıyla da "mutlu olmaya" dönüştü. Bu yüzden karnın doyduğu için ya da yaşıyor olduğun için tatmin olmuyorsun. Fakat eski insanlara bunlar gayet de yeterli geliyordu.

Gruba uyma ve grubun onayını alma o kadar belirleyicidir ki etrafına baktığın zaman bunu kolaylıkla görebilirsin. Tam da bu yüzden herkes benzerleri ile vakit geçirir. Çünkü bireyin, benzerlerinden oluşan gruptan, onay almak için fazla çabalamasına gerek yoktur. Gruptakilere pek benzemiyorsa da ya dışlanır ya da eninde sonunda gruptakilere benzer. 

Değişimin ilk ve en önemli anahtarı, eğer ki köklü ve kalıcı bir değişim isteniyorsa içinde olduğun grupdan kurtulmaktır. İçinde olduğun grup sabit tutularak asla kalıcı ve köklü bir değişim gerçekleştirilemez. Oluyormuş gibi olur ama üç gün sonra bir bakarsın ki aynı tas aynı hamam. Çok basit bir örnek vereyim: Eğer sigarayı bırakmak istiyorsan seni sigara içmeye iten grubu ele alman lazım. Etrafındakiler fosur fosur sigara içiyorsa durum şöyle olur çoğunlukla: Bir kaç video izlersin ya da sigaranın bilmem kaç kişiyi öldürdüğünü, ömrü kısalttığına dair yazılar okursun ve o gazla karar verip bırakırsın. Ardından bir kaç gün geçer ve arkaşından sigara otlanırken bulursun kendini.

Ne yani sigarayı bırakacağız diye arkadaşlarımızdan mı olalım? Ya onlardan sen varken sigara içmemelerini isteyeceksin ki muhtemelen bunu pek iplemeyeceklerdir ya da bir süre yani sigara içmemeyi kanıksayana kadar uzak duracaksın onlardan. Öbür türlüsü çok zor. Çünkü eninde sonunda içgüdülerin seni  gruba uyman için müthiş zorlayacaktır ve bir gün farkında olmadan tekrar bir sigara yakacaksındır.

Türkiye'de namuslu, düzgün, hanım kız gibi takılan ya da sevgilisi, nişanlısı olan bazı kızların Erasmus'a gidince yeni tanıştığı birisine sakso çekmesi çok acayip gelir insana. Fakat grubun ve çevrenin etkisini bilen adam şaşırmaz bile buna ve "vay amk kaşarı" der geçer. Bu kızlar için bazen "Demek ki bunlar Tr'de de böyleydi ama gizliyorlardı ya da içlerinde vardı." türünden Sherlock Holmes piposu kokan tespitler yapılır. Bu tespitlerin haklılık payı vardır ama bazıları gerçekten de hanım kızdır. Fakat gruba uymaya eninde sonunda teslim olmuşlardır.

O yüzden "hata yapmam ben" deyip barda tanımadığı adamlarla, hatunlarla yiyişerek sevgilisini aldatan ve vicdan azabından ağlayan kızlar, erkekler gördü bu gözler (gerçi erkekler genelde bunu başarı olarak görüyor, kendimizi kandırmayalım şimdi). Kız/adam sanıyor ki gerçekten de isterse ne olursa olsun kendini frenleyebilecektir. Hayır kazın ayağı öyle değil işte. Ortamın belirleyiciliğini bilen kız/adam ise o ortama girmez ve olası bir geri dünüşü olmayan yanlıştan bu şekilde kurtulur.

Ayrıca sen kimsin ki "ben hata yapmam" gibi narsistlik akan bir cümle kurabiliyorsun. Herkes hata ya da yanlış yapar. En çok yanlışı da "yapmam" diyenler yapar. Kendinden bu kadar emin olmanın sonu felakettir. İnsan her zaman kendinden şüphe duymalı.

İkinci anahtar ise yine tabiki çevreyle ilgilidir. O da "maruz kaldığın şeylerde" gizlidir. Youtube'daki aboneliklerin, instagramdaki arkadaşlarının gönderileri, izlediğin filmler, dinlediğin müzikler, okuduğun kitaplar kısacası çevreden aldığın bütün inputlar (ya da Türkçesi ile "girdi" ) senin maruz kaldığın çevreyi oluşturur. 

Uzun süre aynı yalana maruz kalan birisinin o yalana inanması tesadüfi değildir. Çünkü beyin bir şeye çok uzun süre maruz kalırsa eninde sonunda ona göre bir uyum geliştirecektir. Bize çok saçma gelen, inanma ihtimalimizin olmadığını düşündüğümüz şeylere insanlar tam da bu yüzden inanırlar.

Batıl inanç dediğimiz şey tam da bu maruz kalmayla ilgili değil midir? Bazen düşünüyorum: "Bu kadar saçma şeye insan nasıl inanır?" Cevap basittir: maruz kaldıkları şey o batıl inançtır. Tabi biraz da kafayı kullanmak gerekir.

Ya da acayip dinleri, tuhaf inanışları ele alalım (bize göre acayip ya da tuhaf tabiki). Küçük bir kızın içine Tanrı'nın ruhunun girdiğine inanan bazı Hinduların bizden çok salak olduğunu düşünebilirsin ama o kadar da salak değiller ve cevap basit: maruz kaldıkları inanç, o bize saçma gelen inançtır. Dünya bu yüzden kendi dinini kesinlikle doğru sanan bir sürü farklı dine mensup insan barındırıyor.

Eğer sürekli aptal ya da salak olduğunuza dair bir söyleme maruz kalırsanız öyle değilseniz bile artık öyle hissetmeye ya da gerçekten öyle olmaya başlarsınız.

Maruz kaldığımız inputları da değiştirmek gruptaki değişim gibi önemlidir. Youtube sayfandaki saçma sapan videoları, instagram hikayerinde gördüğün tuhaf şeyleri, kısacası değişim istikametine ters bütün inputları "input"ların olmaktan çıkarmazsan değişim yine eksik kalacaktır. İnsan tam da bu yüzden ne izlediğine, ne okuğuna, ne dinlediğine özetle nelere maruz kaldığına iyice eğilmelidir. 

Değişimin hemen olmasını ummak da değişimin düşmanıdır. Acele etmek yapamayacağını sanıp hayal kırıklığına uğramakla sonuçlanır. Değişim yavaş ve emin adımlarla ilerlemelidir. Bu yavaşlığı sayesinde içine işler insanın.

Hep derler "Değişime kendinden başla" diye. Evet, değişime kendinden başlamak güzel fikir fakat "Ben değişime başlıyorum." diyerek başlanmıyor bu işe. Aslında tam tersine değişime çevreden başlanmalı ki "ben"de sonuç versin sevgili efsane, bilgili dostlarım bir saattir anlattığım gibi.

Zoru görünce de kuyruğunu kıstırıp kaçmak olmaz. İstediğin kişi olmana engel olduğunu düşündüğün birisi mi var? Çiz abi üstünü. Ne yap ne et, hangi alicengiz oyununu yaparsan yap kurtul ondan.

Kaliteli şeylerle uğraşmak, kaliteli vakit geçirmek için kaliteli birisi olmak yetmez. Aynı zamanda kaliteli kişilerle arkadaşlık da etmek gerekir.

Kusuru bakma hacı; "Değişim ellerinde, avuçlarında hatta götünde, çıkar onu oradan ve sadece çok iste" gibi laflar etmeyi isterdim belki ama biliyorsun ki gerçeklerden korkanları da korkutanları da sevmem. Yalanlarla mutlu olmaktansa demiş üstad sonra bakmış ki gerçekler çok acı cümleyi bile tamamlamadan gerçeklerden kaçmış. Çoğunluk böyledir her zaman. İnsanların çoğu yüzeysel düşünür, derine inmez, hemen karar verir ve en kötüsü yalanların sesini öylesine açar ki gerçeklerin sesi duyulmaz bile.

Özetle değişim demek çevreni değiştirmek demektir. Çevre sabit tutularak yapılmaya çalışılan değişim kesinlike sonuç vermez.

Bu kadar anlattıktan sonra sadece bir atasözü meseleyi büyük ölçüde açıklığa kovuşturuyor: Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim. Diğer bir söz de meseleye ışık tutuyor: İnsan, maruz kaldığı şeye dönüşür.

"Ulan madem bir iki tane söz bütün meseleyi anlatıyor o zaman ne diye yarım saattir okuduğum yazıyı yazdın? Direk üstümüze bir iki söz atıp sonuca bağlasaydın ya!" dersen unutma ki eğer öyle yapsaydım babaannemin duvara astığı ayet gibi sadece etkili olacak ya da kulağa hoş gelecekti.                    Herhangi bir analizden yoksun olacak ve kafana yatmayaktı muhtelemen. Ama en önemlisi de ben duvardaki ayet ya da Whapsapp durumundaki sözler gibi karşı tarafı etkilemek değil, düşündürmek isterim. (Ulan belki de bunu bile karşı tarafı etkilemek için söylüyorumdur bilmiyorum hahaha. Umarım öyle değildir. Kafam çok karışık dostlar.)

Duvara ayet asmak ya da Whapsapp'da durum yapmak kolay ama benim gibi dakikalarca yazmak kolay mı? Gerçi o da çok zor değil hemen havalara giriyorum iki yazı yazınca.

Herkes talep ettiğine göre davranır. Onlar etkilemek bense düşünmek ve düşündürmek istiyorum. Bütün mesele bu.

Sağlıcakla kalın.