Yüzlerce hatta binlerce yıl öncesine, atalarımızın hala vahşi doğada yaşadığı zamanlara doğru küçük bir yolculuk yapalım.
(Afilli bi' tane zamanda geriye gidiş efekti)
O zamanlarda, bütün canlıların olduğu gibi atalarımızın da tek derdi hayatta kalmak ve soylarını devam ettirmekti.
Doğa, bütün canlılar için bu amacı seçmişti. Doğaya bir kişilik affetmiyorum fakat nasıl olduysa işler böyle gelişti. En basitinden en gelişmişine, canlı diyebileceğimiz varlıkların yegane amacı varlıklarını devam ettirmekti.Varlıklarını devam ettirmek için de yukarıda dediğim gibi iki şart vardı: bir şekilde hayatta kalmak ve üremek.
Hiç bir canlı bu yegane amaç dışında başka bir şeyi kendisine amaç edinmedi. Amaç aynı zamanda beraberinde anlamı da getirdiği için her canlının hayatının anlamı yine o biricik hayattı. Hayatın kendisi dışındaki her hangi bir şey anlamsızdı.
Bütün canlılar tam da bu yegane amaç için çeşit çeşit, kendilerine özgü yetenekler geliştirdiler. Kimisinin sivri pençeleri, kimisinin çok iyi duyan kulakları ortaya çıktı. Sahip oldukları bütün özellikler bu yegane amaç içindi.
Fakat bir tür var ki en çok beyni gelişti.
İşte bütün mesele tamda burada düğümlendi ve bazılarımızı şuanda hayatın anlamından yoksun bırakan, "Hayatın amacı nedir?" diye düşünmeye iten ilk adımlar o zaman atıldı. Şimdi bu serüvene biraz yakından bakalım.
 |
Sapiens Murat (M.Ö 30k; tarihin ilk vesikalığı)
|
Bu arkadaş Sapiens Murat. Hayatının amacı ve anlamı yine hayatın ta kendisi.
İnsanlar hayatta kalma amacını gerçekleştirmek için beyinlerini olabildiğince kullandılar. İlk mızrak yapan arkadaşın maksadı neydi?
Hayatta kalma ve avlanma şansını artırmak; kısacası işleri biraz daha kolaylaştırmak. Hayatta kalma şanslarını attırmak için ne yaptılarsa bu onları geri dönülmez bir yola soktu. Sözgelimi, mızrak bir defa yapıldıktan sonra kim kalkıp hala çıplak elle geyik avlar ki?
Amaca ulaşmak için çekilen çile ne kadar fazlaysa amaca ulaşıldığında elde edilen tatmin de o kadar fazladır.
Mesela bu Sapiens Murat çıplak elle avladığı geyiğin zevkini mızrakla avladığında alamaz. Ama işi şansa bırakmamak için o mızrağı kullanmak zorundaydı.
Yaşama şansını arttırmak için atılan ilk adımdan sonra insanlar şanslarını giderek daha da fazla arttırdılar. Yarını garantiye almak için verilen bu uğraş onlara evler, aletler gibi yaşama şanslarını iyice arttıran şeyleri hediye etti.
Yarını garantiye aldıktan sonra insanlar artık eskisine kıyasla daha fazla zaman buldukları için daha fazla düşünmeye başladılar. Nereden geldiklerine, ölünce nereye gideceklerine vesaire gibi şeylere kafa yormaya başladılar. İnsanların nereden geldiklerine dair onlarca mitolojinin bulunmasının sebebi budur. Türklerin başka, Kızılderililerin başka, Arapların başka hikayeleri vardır insanın kökenine dair.
Az da olsa hayat amaçlarına ulaşmaları -yani hayatta kalma ve üreme amaçlarını gerçekleştirmeyi garanti altına almaları- onları amaçsız bıraktı. Çünkü insanı motive eden şey amacın henüz gerçekleşmemiş olmasıdır. Amaca ulaşıldıysa artık ortada bir itici güç yok demektir.
Yarınını ve hayatta kalmayı az çok garantiye almış bu Sapiens Murat hala neden hayatın kendisini amaç olarak görsün ki? Bunun için fazla bir efor sarf etmesi gerekmiyor, en azından eskiye oranla. Tam da burada işte ilk ilkel inançlar ortaya çıktı.
İnsanlar tarımı da keşfedince müthiş bir nüfus artışı meydana geldi ve yerleşik hayata geçtiler. İşte ilkel inançlar yerlerini daha sistematik olanlara bıraktı.
İnsan, kendi elinden kendi amacını aldı. Çünkü amacına ulaşmak için attığı her adım onu amaçsız bırakmak için atılan bir adımdan başka bir şey değildi.
Yerleşik hayata tamamen geçen ve tarımla yiyecek sorununu büyük oranda çözen insanlara -en azından bazılarına- kafa yormak için daha da fazla zaman kaldı.
Artık hayatın kendisi insanı amaç olarak tatmin etmediği için bu muazzam boşluğu din doldurdu.
Dinin toplumsal bir çok yararı yanında -söz gelimi insanları ortak bir amaç etrafında toplaması, insanlara kuralları kabul etmeleri için çok geçerli nedenler vermesi- bireysel anlamda en büyük yararı hayata bir amaç ve bununla beraber bir anlam vermesidir.
Amaç ve anlamdan yoksun kalan insanlara din şunu telkin etti: Hayatın amacı hayatta kalmak ya da üremek falan değildir; hayatın "asıl" amacı tanrı ya da tanrıların rızasını kazanmak ve cennete ya da ödüle ulaşmaktır. Bu ödül, semavi dinlerdeki gibi bir cennet ya da uzak doğu dinlerindeki gibi reenkarnasyon temelli ödüller olabilirdi.
Bir çok dinde bir gün herkesin yargılanacağı ya da herkesin yaptığının karşılığını alacağı düşüncesi tam da bu yüzden var. Eğer kimse yaptığından sorumlu değilse ve en kötüler, en caniler bile iyiler gibi ölüp yokluğa karışacaksa hayatın anlamı nedir ki? İşte bu soruya din öyle bir cevap verdi ki insanı muazzam bir şekilde tatmin etmeyi başardı.
Bu arada bu Sapiens Murat yerleşik hayata geçince sanattır, bilimdir aldı başını gitti. Yarın ne yiyeceğini bilmediğin bir düzende bunların hangi biri yaşanabilirdi?
Tabi dinin verdiği bu hayat amacına arada çıkıntılık yapıp başka şeyler söyleyenler de oldu. Örneğin Aristo hayatın amacının kişisel mutluluğu sağlamak olduğunu söylediğinde yapmaya çalıştığı şey hayata bir anlam vermeye çalışmak değil miydi? "Bunun yolu da erdemli bir hayat yaşamak sevgili Sapiens Murat kardeş" derken tam da bu amaç boşluğunu doldurmak istemiyor muydu?
Dinler amaçsız kalan insana öyle bir cevap verdi ki bu cevap şu anda insanların çoğunu hala tatmin etmeyi başarıyor.
Bugün ortalıkta "Din yoksa hayatın anlamı ne?" diye gezinen insanlar işte bu muazzam boşluğu farkedenlerdir. Fakat bu öyle bir ironi ki ataları amaçlarına ulaşmak için ne yaptılarsa bugün insanlar tam da o yüzden amaçsız kaldı.
Dinin doldurduğu müthiş boşluk eğer din yoksa hala yerinde durmaya devam ediyor.
Atalarımız elimizden "hayatın amaç olduğu" düzeni aldığı için bugün bir çoğumuz hayatta kaldığı ve üreyebildiği için kendini amacına ulaşmış hissetmiyor haliyle.
Biz amacımıza ulaşmış hissetmesek de çoğu davranışımızın ardında hala o ilk amaç var. Çoğu davranışımız hayatta kalmak ve üreme içgüdüsüne dayanıyor.
Fakat doğada bırakıp gittiğimiz diğer canlılar hala ilk ve tek amaçlarına ulaşmak için uğraşıp duruyorlar.
 |
| Hayatının amacı için varını yoğunu veren delikanlı sinek |
Geçen gün evde sinek avlıyordum. Bir tane sineği tekte indirdim. Ayıptır söylemesi sinek avlamada fena değilimdir. Bir kaç dakika sonra sineğin kıpırdandığını gördüm ve onu incelemeye başladım. Ayakları kullanılmaz halde kanadının bir tanesiyle uçmaya çalışıyordu. Uçup gitmek ve hayatına devam etmek için öylesine muazzam bir çaba gösteriyordu ki görmek gerekti cidden. Bir insan o kadar uğraşsa kim bilir neler yapar? Bir sinekten bahsediyorum: dünyada milyonlarcası bulunan ve bir kaç hafta ömrü olan. Bu sineğin bu muazzam uğraşı niye? Neden bu sinek hayatta kalmak için bu kadar uğraşıyor? Ne yapacak yani hayatta kalıp?
Ulan zaten öleceksin bir kaç güne ve senden binlerce var. Ayrıca yaşayıp ne yapacaksın? Sineksin oğlum sen sinek!
Ama tabiki de sinek kardeş amacına ulaşmaya çalışıyor; olay bu kadar basit. Amacı da atalarımızın ve bütün canlıların sahip olduğuyla aynı: hayatta kalmak ve üremek. Bir sineğin kendi açısından kendi hayatı, benim açımdan benim hayatımdan niye daha önemsiz ki?
Nasıl oluyor da onun elindeki tek şeyi, hayatını kolayca alabiliyorum?
Doğada yaşam hakkı ya da her hangi bir hak yoktur. Bunların hepsi daha iyi yaşamak için bizim icat ettiklerimiz. Nasıl ki araba, telefon daha iyi yaşamak için bir icatsa.
Doğada, var olmak demek ötekini yok etmek demektir. Böyle bir düzende hangi haktan hangi hukuktan bahsedilebilir?
Baya da uzamış yazı. Ufaktan toparlamak fena olmaz.
Dediğimiz gibi "hayatın" amaç olduğu o konsept çoktan geçti ve o trene binmek artık neredeyse imkansız. Ama bununla beraber o konsepte yaşayan insanlar hala da var maalesef. Maalesef diyorum çünkü açlık tokluk kavgası vermek hiç de kolay değil.
Dinlerin verdiği "hayat amacı" konsepti de yavaş yavaş elimizden gidiyor. Artık dinler önemini kaybediyor ve biz bazen kabul etmekte zorlansak da modern yaşamın gerisinde kalıyor.
Peki insanı amaçsızlık ya da anlamsızlık bu kadar rahatsız ederken ne yapmalı?
Hayatın kendisi artık bizim için anlamlı değil. Fakat yaşamak için ona bir anlam vermek gerek bana kalırsa.
Çok basit bir örnek gibi gözükse de bir örnek verip ortamı şenlendireyim.
Örneğin bir kitap ayracının ne anlamı olabilir? Alt tarafı milyonlarca kitap ayracından, yolda görsek üstüne basıp geçeceğimiz binlercesinden biri.
Ayracın kendisi anlamsızdır. Ama ya onu çok sevdiğimiz biri bize hediye ettiyse? Artık o kadar anlamsız mıdır? Ya da en sevdiğimiz yazarın bir sözü yazıyorsa üstünde? İşte kendisi anlamsız olan bir kitap ayracına bile insan isterse anlam verebilir.
Bana kalırsa hayat karşısındaki tavır da aynen bu şekilde olmalıdır. Evet, hayatın kendisi anlamsızdır. Fakat ona bir anlam verme fırsatımız varken bunu neden yapmayalım? Ne yani her şey anlamsız deyip köşemizde ölümü mü bekleyelim? Ya da intihar mı edelim?
Belki de refahın yüksek olduğu ülkelerdeki intiharların büyük bir sebebi de budur. Bu anlamsızlığa dayanamayıp bocalamaktır bütün mesele.
Gerçeği bildikten sonra en büyük sorun ona tahammül etmektir. Bu gerçek karşısında bocalamamak kolay değil.
Peki hayata bir anlam ve amaç vermek ne demektir? Bütün hayat boyunca bizi motive edecek bir amaç olabilir mi?
Ya amaçla karıştırılan hedefler? Bu sorular da başka yazının konusu olsun.
Şimdilik benden ve Sapiens Murat'tan bu kadar. Sağlıcakla kalın.
Kitap tavsiyesi: ÖLÜ CANLAR, Gogol